Beni Takip Edin !

Radikal, 9 Mart 2011

 

Ortadoğu’da son aylarda yaşanan gelişmeler, eski bir tartışmayı, adı konulmamış bir kavram üzerinden yeniden canlandırmış görünüyor. Tartışma, Türkiye’nin Ortadoğu ülkeleri için nasıl bir model olacağı meselesi iken, adı konulmamış şey pasif modellik durumudur. Son iki-üç yıla kadar Türkiye İslam ülkeleri için sürecin içine dahil olan ve bu nedenle adı konulmuş (aktif) bir model olarak önerilirken artık adı konulmamış bir şekilde ve kendiliğinden gelişen bir sürecin ürünü olarak pasif bir model şeklinde ortaya çıkmaktadır.
‘Model ülke’ seçeneğinden ‘pasif model’ olmaya dair bu değişimi ilk fark eden Graham E. Fuller oldu. Fuller üç yıl önce kaleme aldığı ‘Yeni Türkiye Cumhuriyeti’ adlı çalışmasında şöyle diyor: “ AKP’nin yaklaşımı (bölgedeki) diğer İslamcılara birçok değer sunuyor. AKP kendi programını başka bir yerde pazarlamayacaksa da ilgili değerlerini diğer Müslüman toplumlardaki gruplarla paylaşmaya hazır gözüküyor.” Türkiye’nin Müslüman dünyada ‘izlenmeye değer bir ülke olarak’ görülmeye başladığından hareketle Fuller, bir model olarak ortaya çıkmanın akılcı bir şey olmadığını, aksine ‘eylemler ve söylemler üzerinden’ kendiliğinden gelişen bir modelliğin makul olduğunu ileri sürmektedir. 

Devamını okuyun

Radikal İnternet, 12 Mayıs 2009

Daha Ergenekon soruşturması ortada yokken kavram iki farklı kanat tarafından iki farklı anlamda kullanıma sokulmuştur

 

Türk medyası bağlamında bugün karşı karşıya olduğumuz resim basitçe şu iki saptamayla özetlenebilir. Birincisi, medya temelde iki kampa bölünmüş durumdadır. İkincisi, bu kutuplaşma somut olguların dahi değiştiremediği bir çıkmazla karşı karşıyadır. Bu durumda kritik soru şu; böyle bir resim nasıl ortaya çıkmıştır? Malum soruya cevap vermenin en yetkin yolu, Ergenekon konusunun medyadaki tarihsel seyrini bir “yeniden okumaya” tabi tutmak olacaktır.

Bir kavram olarak “Ergenekon” ülkenin yakın tarihindeki faili meçhul cinayetler, adam kaçırmalar, suikastlar gibi somut olgulardan hareketle ortaya atılmış olsa da, temelinde bizzat medyanın keşfettiği, kavramsallaştırdığı, tanımladığı ve “yeniden tanımladığı” bir şeydir. Kavramın ilk kez kullanıldığı metin, Erol Mütercimler’in Aydınlık dergisine verdiği meşhur röportaj olmuştur. Bundan iki gün sonra 7 Ocak 1997’de Can Dündar’ın sunumuyla Show TV’de yayımlanan “40 Dakika” adlı bir belgeselde Ergenekon ifadesi yeniden kullanılmıştır. Her ikisinde de Ergenekon ifadesi 1970’lerdeki “sağcı” kontrgerilla gruplarının 1980 sonrası yeni oluşumlarını anlatan bir kavram olarak kullanıma sokulmuştur. 

Devamını okuyun

Radikal, 12 Kasım 2006

13 Kasım 2006’da İstanbul’da yapılacak “Medeniyetler İttifakı Üst Düzey Grubu” toplantısında, Türkiye’nin eşbaşkanlığını yaptığı
‘Medeniyetler İttifakı’ girişiminin nihai taslağı kamuoyuna açıklanacak.

 

13 Kasım 2006’da İstanbul’da yapılacak “Medeniyetler İttifakı Üst Düzey Grubu” toplantısında, Türkiye’nin eşbaşkanlığını yaptığı
‘Medeniyetler İttifakı’ girişiminin nihai taslağı kamuoyuna açıklanacak. Bu yazı söz konusu girişimin nasıl ortaya çıktığını, Türkiye’nin bu girişime katılma nedenlerini ve söz konusu girişimi bekleyen sorunları analiz edecek.
11 Mart 2004’de El-Kaide’nin İspanya’nın başkenti Madrid’de gerçekleştirdiği terör saldırısı ve bu saldırıda 191 kişinin ölmesi, saldırıdan üç gün sonra yapılan seçimleri Luis Rodriguez Zapatero’nun kazanmasına ve Zapatero’nun terörle savaşta şiddet yerine diyaloğu bir politika olarak benimsemesine giden süreci başlattı. Zapatero önce Irak’taki İspanyol askerlerini çekeceğini açıkladı ve ardından 21 Ekim 2004’te Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada Batı ile Müslüman dünya arasında bir Medeniyetler İttifakı kurulmasını önerdi. Bu öneri üzerine Aralık 2004’de BM ve İspanya temsilcilerinden oluşan ve inisiyatifin ilk taslağını oluşturmakla görevlendirilen küçük bir grup kuruldu.

Devamını okuyun

Radikal, 7 Ocak 2005

Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün İsrail’e ziyareti, 2002’de AKP’nin iktidara gelmesinden bu yana en üst düzeyde yapılmış ziyaret niteliği taşıyor.

 

Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün İsrail’e ziyareti, 2002’de AKP’nin iktidara gelmesinden bu yana en üst düzeyde yapılmış ziyaret niteliği taşıyor. Gül’ün ziyaretinde amaçlananın her ne kadar ‘gerilen ilişkilerin’ düzeltilmesi olmadığı açıklansa da, aslında bu ziyaret Türk-İsrail ilişkilerinde gergin geçen iki yılın bir muhasebesi olma niteliği taşıdığı gibi söz konusu ilişkiler de yeni bir dönemin başlayacağına işaret ediyor.
Türkiye-İsrail ilişkilerinde son iki yıl, 1990’lardaki ‘sıcaklığından’ uzaklaşmış ve gergin bir düzlemde seyretmişti. Zira, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Hamas lideri Ahmed Yasin’in öldürülmesinin ardından İsrail’i Filistinlilere karşı ‘devlet terörü’ uygulamakla suçlaması ve İsrail’in Filistinlilere yönelik tavrının İspanya’daki Engizisyon döneminde Yahudilere yapılan eylemlere benzettiğini açıklaması, İsrailli yetkililerce ciddi bir tedirginlikle karşılanmıştı.

Devamını okuyun
12
Kasım
2013

Radikal 2, 22 Haziran 2008

Türkiye’deki sokak köpeklerinin tarihi, Osmanlı”dan günümüze “dışarı atma”, “imha”, “kapatma” ve “tıbbileştirme” kavramlarıyla ele alınabilir.

 

Bir süre önce ajanslara düşen bir haber A’dan Z’ye hemen herkeste rahatsızlığa neden oldu. Haber, sokak köpeklerine ait bir toplu mezar bulunduğuna ilişkindi. Bir vatandaşın “itlaf edilen köpeklerin topluca gömüldüğü yerler var” ihbarı üzerine harekete geçen Hayvanları Koruma Derneği Antalya Şubesi ve Konyaaltı Dostları Derneği üyeleri, iş makineleriyle Varsak beldesindeki ormanlık alana gelerek bu toplu mezarları ortaya çıkardı. Devletin sokak köpeklerini bu şekilde ele almasında problemli yan nedir ve böylesi bir olay nasıl olur da toplumun geniş kesiminde bir rahatsızlığa yol açabilir? İki sorunun cevabı da modernleşme tarihimizle yakından ilgilidir ve bu sorulara cevap vermeden önce sokak köpeklerinin ele alınmasındaki tarihsel seyre bakmakta fayda var. Sokak köpekleri ilk kez ne zaman devlet tarafından toplu olarak ele alınmış, bu ele alma yöntemi nasıl olmuş, bu yöntem dönemlere göre bir farklılık göstermiş mi, göstermişse farklılık hangi koşulların ürünü olmuştur gibi soruların cevaplanması gerekir.

Devamını okuyun

Ortadoğu Analiz, Eylül 2012, Cilt 4, No. 45, ss. 68-76

Özet

İsrail’in Filistin topraklarında inşa ettiği Yahudi yerleşimlerinin olası bir barışın önünde neden oldukları ve bu yerleşimlerin İsrail tarafından nasıl meşrulaştırıldığı bu yazıda analiz edilecektir.

Abstract

Settlements established by the Israeli state in the occupied territories are known as the Jewish settlements. Established after the 1967 Arab-Israeli war for the first time and increased thereafter in every occasion, the Jewish settlements represent one of the main obstacles before any feasible solution of the Palestinian issue. The Jewish settlements in the occupied territories make a two-state solution impossible, with Israel and Palestine co-existing side by side. Therefore, this paper interrogates what these settlement activities mean for the Palestinians and the rest of the world.

Yahudi Yerleşimleri Postmodern Bir İşgal [Ali Balci]

Devamını okuyun

Ortadoğu Analiz, Şubat 2010, Sayı 2, Cilt 14, ss. 52-57

Özet

İsrail tarafından Batı Şeria’da kurulan yerleşimler Yahudi Yerleşimleri olarak bilinirler. 1967 Savaşı’ndan itibaren sayıca artan bu yerleşimler Filistin-İsrail sorunu bağlamında Filistinli mültecilerin durumu, Kudüs’ün statüsünün yanı sıra üç önemli sorundan birisidir. Bu yerleşimlerin varolduğu bir durumda bir Filistin devletinden bahsetmek imkansı durmaktadır.

Abstract

The settlements established by the Government of Israel in West Bank are known as Jewish settlements. Those settlements that increase in number since the war of 1967 can be considered as one the three essential factors, together with the restoration of the immigrants and the status of Jerusalem. It would not be possible to mention the independent Palestinian State if these settlements that preclude the formation of “Unitarian soil” in West Bank keep exist. The study focuses on this particular issue.

Yahudi Yerleşimleri ve Filistin Sorunu [Ali Balcı]

Devamını okuyun