Türkiye’deki Uluslararası İlişkiler bölümleri uzun süredir ciddi bir kriz içerisindeydi. COVID-19 kapanmalarının hemen ardından, 2021 yılında bu kriz kendisini açık bir şekilde gösterdi. Uluslararası İlişkiler bölümleri, öğrenci talebinin çok üzerinde kontenjan (arz) sunuyordu. Bu nedenle 2021 yılında mevcut kontenjanların ancak %65’i dolabildi. Üstelik bu doluluk, taban puanların oldukça düşmesine rağmen gerçekleşebildi. Örneğin 2022 yılında Türkçeden 1,5, matematikten 0,8 net yapan bir öğrenci Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi “Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler” bölümüne yerleşebildi. Yine, -2 matematik ve 4,5 Türkçe netiyle bir öğrenci İnönü Üniversitesi “Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler” bölümü ikinci öğretim programına kayıt yaptırabildi. YÖK, bu akut sorun karşısında ilk adımı 2023 yılında attı ve ikinci öğretim programlarını kapattı.
2022 yılında 19 üniversitede Uluslararası İlişkiler ve ilgili bölümler ikinci öğretim eğitimi sunuyordu; bu programlara toplam 1123 öğrenci yerleşmişti. 2023 yılında program sayısı 17’ye düştü ve bu programlara 1076 öğrenci alındı. Ancak bu kapatma kararı, devlet üniversitelerindeki Uluslararası İlişkiler ve ilgili bölümlere yapılan toplam öğrenci kaydında ciddi bir değişiklik yaratmadı. 2022 yılında 6617 olan yeni kayıt sayısı, 2023 yılında 6790’a çıktı ve 2024’te ancak 6390’a geriledi. Örgün öğretim programlarının kontenjanları dolunca, ikinci öğretimden elenen 1076 öğrenci bu programlara yöneldi. Böylece bu önemli tasarruf sadece 400 öğrencilik bir azalmayla sonuçlandı. 2024 yılında hâlâ 5,25 Türkçe ve 0,25 matematik netiyle bir öğrenci Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi “Uluslararası İlişkiler” bölümüne yerleşebiliyordu. Dolayısıyla ikinci öğretimlerin kapatılması, öğrenci niteliğini artırma konusunda ciddi bir etki yaratmadı.

2025 yılında YÖK, genel kontenjanlarda önemli bir kısıtlamaya gitti ve Uluslararası İlişkiler bölümleri bu kısıtlamadan büyük ölçüde etkilendi. Yeni öğrenci alım kontenjanlarında %30’un üzerinde bir azaltmaya gidildi. 2025 YKS kontenjan kılavuzuna göre (depremzedelere ayrılan kontenjanlar hariç), devlet üniversitelerindeki bölümler artık toplam 4274 öğrenci alabilecekti. Bazı üniversitelerde bu kısıtlama %50’nin üzerine çıkarken, birçok üniversitede %40’ın üzerine çıktı (Tablo 1). Kontenjan kısıtlamasından daha az etkilenen bölümler (%10’un altında kalanlar) ise yalnızca beş taneydi (Tablo 2). Bu farklılaşmanın neden kaynaklandığı belirsizdir. Örneğin araştırma üniversitelerinde düşüş daha fazla değil. İngilizce eğitim vermeyen bölümlerde kısıtlama daha fazla demek de mümkün değil. Daha da önemlisi, bölümlerde istihdam edilen öğretim üyesi sayısının bu kısıtlama oranlarında belirleyici olduğunu söylemek de zordur.

Peki bu önemli reform—yani 2023 yılında 6790’a ulaşan yeni kayıt sayısının iki yıl içinde 4274’e düşmesi (yaklaşık %37’lik bir küçülme)—ne anlama geliyor? Bunu anlayabilmek için öncelikle üniversite giriş sınavına katılan aday sayısına bakmak gerekir. 2023 yılında sınava 3.527.443 kişi girerken, bu sayı 2025 yılında 2.560.640’a düşmüştür; bu da yaklaşık %27’lik bir azalma anlamına gelir. Çok sayıda yeni üniversitenin açılması sayesinde, 2009 yılında sınava giren 1.450.582 adaydan 786.677’si (%54,2) bir bölüme yerleşmişti ve bu bir rekordur. Ancak bu oran zamanla azalmış, 2023 yılında %30’a kadar gerilemiştir. 2025 yılında, neredeyse tüm bölümlerde kontenjan kısıtlamasına gidilmiş olması nedeniyle sınava giren aday sayısındaki bu radikal düşüşün sonucunda yerleşme oranının tekrar yükseleceğini söylemek zor. Bu nedenle, Uluslararası İlişkiler bölümlerine giren öğrencilerin niteliğinde genel bir artış yaşanması beklenebilir.

Peki bu gelişme, bir parçası olduğum Sakarya Üniversitesi için ne anlama geliyor? Sakarya Üniversitesi özelinde, öğretim üyesi sayısı 2019 yılından bu yana yedi yıl boyunca görece sabit kalmıştır (Tablo 3). Öğretim üyesi başına düşen öğrenci sayısı 40 ile 51 arasında değişmiştir. Bu, verimli bir eğitimin önündeki en büyük engeldir. 2024 yılında ikinci öğretimlerin kapatılması ve ardından 2025’te örgün eğitim kontenjanlarının neredeyse yarı yarıya azaltılması, birkaç yıl içinde öğretim üyesi başına düşen öğrenci sayısını ciddi şekilde iyileştirecektir. Her yıl 50 öğrenci alındığı varsayılırsa, üç yıl sonra toplam öğrenci sayısı 300’ün altına düşebilir; bu da öğretim üyesi başına düşen öğrenci sayısının 20’nin altına inmesi anlamına gelir. Bu reformun bir diğer sonucu da daha nitelikli öğrencilerin bölüme yönelmesi olacağı için, öğretim üyesi-öğrenci ilişkilerinin daha verimli hale geleceği söylenebilir. On yılı aşkın süredir bölüm tarafından talep edilen kontenjan indiriminin nihayet gerçekleşmesi, bölüm açısından açık bir kazançtır.
Bununla birlikte, bu durumun öğretim üyelerini akademik üretime yönlendireceği konusunda iyimser değilim. Öğrenci yükünün, öğretim üyelerini nitelikli akademik üretimden alıkoyduğu yönündeki düşüncenin çok da sağlam temellere dayandığı kanaatinde değilim. Uzun yıllar boyunca, öğretim üyeleri çok sayıda ders vermeyi, sağladığı ek maddi gelir nedeniyle zaten bilinçli olarak tercih ettiler. En azından Sakarya Üniversitesi özelinde, aşırı ders yükü büyük ölçüde bireysel tercihlerden kaynaklanıyordu. Ek gelir imkânlarının azalması, derslere olan talebi azaltmaya başladığında da beraberinde bir akademik kalite arayışı gelmedi. Bunun için çok daha yapısal ve çözülmesi zor sorunların üstesinden gelinmesi gerekiyor. Öğrenci sayısındaki azalma, bu tür reformları zorunlu kılan bir süreci tetikleyebilir.
![]() |