Beni Takip Edin !

Sosyal bir vakıayı olduğu haliyle metne aktarmak, temsil etmek imkanlı bir şey değildir. Bu nedenle çarpıtmanın çemberinden geçmeden bir sosyal bilim imkanı yoktur. Kütüphanelerimiz doğruyu çarpıtan kitaplarla doludur ve bundan beri olan tek bir sosyal bilim kitabı arayıp bulamazsınız. Hatta bir adım daha ileri giderek şunu da eklemek lazım: zamanın düşünceyi disipline eden kurallarına uyan sosyal bilim metinleri en acımasız çarpıtmayı yaparlar. Çünkü sizi ikna etme ve saflarına katma imkanları daha güçlüdür.

Devamını okuyun

Uzun bir süre sonra doçentlik sınavına başvurma kriterleri değişmiş. Yeni uygulama 2016 Ekim başvuru döneminden itibaren geçerli olacak. Önceki uygulamanın kendi açımdan en önemli sorunu gerekli puanların çok kolay toplanabilecek olan bir puan olmasıydı. Bu kolaylık jüriye daha fazla otorite veriyordu ve değerlendirme ölçütünde yayınların otoritesini törpülüyordu. Örneğin önceki uygulamada 2 SSCI makale ve ulusal makale yazan gerekli puanı toplayabiliyordu. Yeni uygulamada 5 SSCI yapmak bile yeterli değil diğer kriterlerden de (örneğin atıf) belli asgari puanı toplamanız gerekiyor. Bu da akademik çalışmalar noktasında önceki uygulamaya oranla yeni uygulamada yükün ağırlaştığının en önemli göstergesi. Bu ağırlaşma jürinin otoritesini önemli oranda törpüleyecektir.

Devamını okuyun

Türkiye’de sosyal bilim alanındaki akademik yayınları devlet kabaca üç kanaldan destekliyor. Birincisi Tübitak üzerinden SSCI’nın taradığı dergilere yapılan yayın desteği (UBYT Yayın Teşvik Programı), ikincisi üniversitelerin kendi yayın destek programları, üçüncüsü Aralık 2015 ile birlikte uygulamaya giren “Akademik Teşvik Ödeneği”. Üçü bir arada düşünüldüğünde önceki yıllara göre devletin sosyal bilimdeki akademik çalışmaları önemli ölçüde desteklemeye başladığı rahatlıkla söylenebilir.

Devamını okuyun

Sanırım karar vermekte en fazla zorlandığım konulardan birisi bu. Sebebi de birbiriyle uyumlu hale getirmekte zorlandığım iki dinamik. Birincisi yani İngilizce dilinde akademik üretim yapmanın temel gerekçesi şöyle açıklanabilir, İngilizce tartışmasız bir şekilde akademik üretimin dili olmuş durumda ve bu dilde yazdığınız şey akademik dünyanın içinde hızla dolaşıma girip bir karşılık buluyor. Akademisyen için direnmenin fazlasıyla zor olduğu böyle bir çekici tarafı var. İkinci dinamik yani kendi dilinde Türkçe yazmak bütünüyle sizin idealist ya da “devrimci” yönünüzü öne çıkaran bir şey. Yani bir taraftan bilginin hamallığını yapıp bunu İngilizcenin ayrıcalıklı dünyasına hediye ederken diğer taraftan da içinden çıktığın toplumun akademik dünyasını hızla fakirleştiriyorsun.

Devamını okuyun

Türkiye’de 1 Kasım 2015 Genel Seçimleri 2002 seçimlerinden sonra iktidara gelen AK Parti’nin 7 Haziran 2015’de seçimlerin ardından ilk kez tek başına hükümet kuramadığı bir siyasi iklimde gerçekleşti. Böylesi bir iklimi imkanlı kılan en önemli dinamik Halkların Demokrasi Partisi’nin 7 Haziran seçimine parti olarak girme krarı ve ardından % 13,2 oy alarak meclise dördüncü parti olarak girmesiydi.

Devamını okuyun

2015 genel seçimleri Türkiye siyaseti için bir çok açıdan kırılma noktası oldu. Bunlardan en önemlisi 13 yıl süren tek parti hükümeti döneminin sona ermesidir. Yine bir çok kişinin de dile getirdiği gibi diğer önemli sonuç da HDP’nin barajı aşarak mecliste yer alması. “Bu ikili durumun temel belirleyeni ne oldu” sorusuna herkes kendi penceresinden cevap veriyor. Kimisi cemaat, kimisi Gezi’de başlayan laik hoşnutsuzlukta yaşananların nedenlerini arıyor. Fakat bana göre (ki bu yine paylaşılan bir kanaat) her iki tarihi sonucun en önemli (hatta açık ara) belirleyeni Kürtlerin oylarındaki değişim olmuştur. Dolayısıyla 2014’ten 2015’e siyasal davranışlarda değişen tek şey Kürtlerin oy verme tercihidir. (2011 seçimlerini değil de 2014’ü temel almanın gerekçesi Gezi ve Cemaat’le kavganın bu seçimde karşılığını bulmuş olması ve AK Parti’nin bu iki gelişmede kaybedeceği oyları 2014’te zaten önemli ölçüde kaybetmiş olması). Bu yargıya iki somut göstergeye dayanarak varıyorum.

Devamını okuyun

Seçim günü Urfa’da Ömer isimli bir şahıs bulunduğu sandıktaki oy pusulalarına HDP mührü basıp bu işleminin fotoğraflarını sosyal medya (facebook) hesabından yayımladı. Bu olay sosyal medyada yankı uyandırdıktan sonra ulusal medyada da kendine yer buldu. Fakat oy pusulalarının paylaşıldığı hesapta fotoğrafların altına Ömer’in arkadaşlarından birinin yaptığı yorum siyaset ve ideolojik pozisyonlarımıza dair devasa bir resmi gösteriyordu. Ömer’in arkadaşı fotoğrafın altına aynen şunları yazmıştı: “Bu resmi kaldır heval oylar iptal olabilr çikefe yatacaklar”. Bu cümledeki temel sorunu hemen söyleyeyim, yorumu yazan kişi ilgili durumun doğru olmadığını biliyor ama ahlaki sorunun aktörü olarak yine de rakibini/ötekini göstermekte ısrar ediyor.

Devamını okuyun

A group of Egyptian activists created “the Morsi Meter”, aimed at tracking the then President Mohamed Morsi’s promises. The Morsi Meter listed numerous promises Morsi allegedly made during the presidency campaign. The Morsi Meter turned a historical document after ousting of Morsi by the Egyptian Military. According to this document, Morsi achieved 10 out of his 64 promises during the election campaign. Today, two years after military takeover in Egypt, popular media and even academic papers present the unrealized promises of Morsi as main causes of the transition from democracy to authoritarianism.

Devamını okuyun

‘The author is therefore the ideological figure by which one marks the manner in which we fear the proliferation of meaning”[1]

I wrote a short reply to Survival to criticize Behlül Özkan’s paper on “pan-Islamism” in Turkish foreign policy. He wrote a reply that turned an academic debate into a parody of newspeak and trivial ideological point-scoring. In fact, my main point was very simple: factual, methodological, and ideological distortions weakened the main arguments of his article. Instead of answering my criticisms, he chose to shadow-fight the specters of Ali Balcı as a “subject”, which seems to have haunted his reply. Clearly his priority is not really engaging my criticisms but rather to explain, “Who Ali Balcı really is?” His strategy is based on this false premise: If Balcı is proven to be an “organic intellectual” of the AKP government, there will then be no need to show how his criticisms are wrong.

Devamını okuyun

Dünya Çatışmaları Çatışma Bölgeleri ve Konuları, Cilt 1, Ankara: Nobel Yayınları, 2010, ss. 99-163

Filistin sorunu, yirminci yüzyılda hakkında en fazla söylem üretilen ve bir o kadar da metinsel analizin yapıldığı konuların başında gelir. Söy- lem ve metinler düzleminde yaşanan bu yoğunluk Filistin özelinde yaşanan savaşları, çatışmaları, politik adımları, barış görüşmelerini ikinci planda bırakmıştır. Böylelikle, Filistin sorunu metinlerin (kitaplar, makaleler, gazete yazıları, belgeseller vs.) pratiklerden daha belirleyici bir konumda olduğu ve ‘geçmişin’ metinler yoluyla yeniden inşa edildiği ve tam da bu nedenle hakkında yazılan devasa metinler göz ardı edilerek anlaşılamayacak bir sorundur.

Devamını okuyun

[Blokun Türkiye’den okuyucularına not: aşağıdaki yazı Marmara Üniversitesi’nden Behlül Özkan’ın Survival dergisinde “Türkiye, Davutoğlu ve Pan-İslamcılık Düşüncesi” başlıklı makalesine yönelik bu blogda yazdığım bir eleştiri yazısının genişletilmiş halidir. Eylül 2014’te kaleme alındı ve Survival dergisine cevap olarak gönderildi. Fakat derginin politikası gereği yazı önemli ölçüde kısaltıldı ve “‘Pan-Islamism’ and Ideology” başlığı altında derginin 2015/2 sayısında yayımlanacak. Aşağıda metnin ilk taslak ve de uzun hali mevcuttur]

In assembling the following reply on Behlül Özkan’s recent article ‘Turkey, Davutoglu, and the Idea of Pan-Islamism’ in the journal Survival (2014), I find myself in an awkward position because I generally hold his book based on post-structuralist theory in high regard. It was quite surprising to find out how his article has drifted away from his theoretical background.

Devamını okuyun

İbn Arabi Düşüncesinde Bilgi, Tekerrür ve Güç: Metodoloji Hakkında Bazı Yorumlar

Özet: Bu çalışmanın ana gerekçesi, uluslararası ilişkiler akademisyenlerinin güç çalışmaları üzerine nasıl alternatif bir yöntem geliştirebileceklerine ilişkin tartışmaya katkıda bulunmaktır. Batılı olmayan bağlamda yapılan erken güç ilişkileri kavramsallaştırılmalarına bir örnek olarak İslam mutasavvıfı İbn Arabi önerilmektedir. İbn Arabi’ye göre tekrar edilemezliğin kural olduğu bir dünyada, bir şeyi tefsir yoluyla tekrarlanabilir ve sabit kılmak dünyevi amaçlar için yapılmaktadır. Arabi’nin eseri, “evren”i anlamak için yapılan girişimlerin keyfi birer müdahale olduğunu ve bu müdahalelerin aktörler arasındaki güç ilişkilerini tam anlamıyla yansıttığını ortaya koymaktadır. Bu nedenle, İbn Arabi’nin çalışması Batı-dışı bağlamda bir uluslararası ilişkiler ve dış politika disiplini için sosyolojik ve metodolojik bilimsel sorulara zemin hazırlamaktadır. Argümanları, uluslararası ilişkilerde eleştirel ve postyapısalcı güç kavramlarıyla değerlendirilebilir.

Devamını okuyun