Beni Takip Edin !

Sanırım karar vermekte en fazla zorlandığım konulardan birisi bu. Sebebi de birbiriyle uyumlu hale getirmekte zorlandığım iki dinamik. Birincisi yani İngilizce dilinde akademik üretim yapmanın temel gerekçesi şöyle açıklanabilir, İngilizce tartışmasız bir şekilde akademik üretimin dili olmuş durumda ve bu dilde yazdığınız şey akademik dünyanın içinde hızla dolaşıma girip bir karşılık buluyor. Akademisyen için direnmenin fazlasıyla zor olduğu böyle bir çekici tarafı var. İkinci dinamik yani kendi dilinde Türkçe yazmak bütünüyle sizin idealist ya da “devrimci” yönünüzü öne çıkaran bir şey. Yani bir taraftan bilginin hamallığını yapıp bunu İngilizcenin ayrıcalıklı dünyasına hediye ederken diğer taraftan da içinden çıktığın toplumun akademik dünyasını hızla fakirleştiriyorsun. Buna başka “üzücü” çıktılar da eklenebilir. Misal, İngilizce yazdığınızda örneğin Libya ya da İngiltere dış politikasına dair bir şeyler karalamak ürününüze pazarda iyi bir alıcı üretmeyeceği için kendi ülkenizi temel araştırma konusu yapıyorsunuz. Böylelikle akademisyen bir taraftan sadece kendi ülkesini iyi bilebilen bir uzmana dönüşürken (bunda tek bir kişiyi düşündüğümüzde sorun yok, ama hızla bütün ülke akademisyenleri birbirinin “aynısı” uzmanlara dönüşüyor), diğer taraftan da hazır teorik paketleri kendi ülkesi özelinde test eden bir uzmana dönüşüyor.

Bu uzun, tabi değerli de, bir tartışma. Ama bunun yerine Uluslararası İlişkiler alanında Türkçe bir akademik üretimin önündeki temel pratik engellere değinmek bu yazının temel konusu. Dolayısıyla belirli sıralama mantığı olmayan maddelerle bu konudaki temel düşüncelerimi/deneyimlerimi sıralayım.

1) Kurumsal yetersizlik. kurumdan kastım Türkçe akademik çalışmalarınızı yayımlayabileceğiniz nitelikli yeterli akademik platformun olmaması. Ya da mevcut kurumların (dergi, yayınevi vs.) İngilizce’deki muadilleriyle rekabet edecek düzeyde olgunlaşamaması. 2000 yılından itibaren bu alanda ciddi atılım olduğu ve çok sayıda derginin piyasaya girdiği doğru; ama malesef bu dergiler dramatik bir şekilde “niteliksiz Türkçe akademik yayınlar” karşısında “nitelikli İngilizce akademik yayınlar” ikiliğini kuran normun negatif tarafını besliyorlar. Dolayısıyla, temel meselemiz neden Türkçe dergiler ikiliğin negatif tarafında debeleniyorlar? Buna dair bazı sebepler var;

uluslararasi iliskiler dergi

Uluslararası İlişkiler dergisinin impact factor puanı

1a. Evrensel/Batılı standartlar ile aynı havuza atılıyor bu dergiler. Misal akademik yükseltme kriterinde ve akademik performans ödülünde (teşvik vs.) Türkçe dergiler ile ilgilizce dergiler aynı kategoride değerlendiriliyor. Dolayısıyla elindeki iyi makaleyi İngilizce dergide basan akademisyen hem daha fazla teşvik ödülü alıyor hem de (impact factor[1]’e öncelik tanıyan) akademik yükseltmelerde avantajlı hale geliyor. Misal Tükçe’de bu konuda SSCI [2] tarafından taranan tek alan dergisi Uluslararası İlişkiler, TÜBİTAK’ın yayın teşvik uyulamasında alanın en az teşvik veren dergisi.

1b. Söz konusu Türkçe dergilerde basılan makaleler, Batı’daki muadillerinde basılanlara göre Türkiye’deki akademisyenlerden çok daha az atıf alıyor (Belki de daha vahimi akademik camia içinde okunmuyorlar bile). Bu doğal olarak hem derginin etki faktörünü düşük seviyede sabitliyor hem de akademik metinlerdeki dolaşımını engelliyor.

1c. Hakemlik süreçleri yeterince nitelikli yapılmıyor. Örneğin alanın önemli bir dergisinden hakemlik için gelen bir makaleye verilen özen, Türkçe dergilerden gelen makaleye (malesef) verilmiyor. Yine, bu dergilerde “esnek hakemlik” [3] süreci daha fazla oluyor ve niteliksiz yazılar bu süreci kullanarak kolayca dergiye sızabiliyor. Bu bazen dergideki tüm makaleleri belirleyen bir dinamik dahi olabiliyor.

1d. Yayınevleri ise malesef hem hakemlik hem de esnek hakemlik noktasında dökülüyor. Özellikle editöryal çalışmalar editörlerin dahi hakemliğinden geçmeden basılabildiği için “niteliksizlik” kendisine çok ciddi bir besin kaynağı buluyor.

2) Türkçe’deki dergileri ciddi bir şekilde sınıflandıracak ve bu sınıflandırma doğrultusunda bu dergileri en azından Türkiye’deki akademik atama/teşvik ölçütleri söz konusu olduğunda Batı’daki muadilleri karşısında koruyacak bir sistemin kurulmamış olması. ULAKBİM bu sınıflandırma noktasında bir kaç yıldır ciddi adımlar atıyor. Fakat, mevcut haliyle sadece sınıflandırıyor. Misal büyük çoğunluğu infihal olan bir makaleyi yayınlayan dergi ile ilgili (bunu akademik metinlerde intihalleri test eden yazılımlara sokarak misal) sistemden çıkarma gibi bir yaptırımı yok bilebildiğim ve test edebildiğim kadarıyla. Yine misal, tasniflediği Türkçe dergilerdeki makalelere yayın teşvik noktasında sübvansiyon gibi bir ayrıcalık göstermiyor.

Örneğin 2014 yılı için konuşursak, Türk akademisyenlerin göreli olarak kolay basabildiği Turkish Studies dergisinde makale başına 2.021 TL teşvik veren TÜBİTAK, Uluslararası İlişkiler dergisindeki bir makaleye 514 TL teşvik veriyor (Belleten ve Bilig gibi diğer alternatif dergilerde de bu miktar aynı, 514 TL) [4]. SSCI tarafından taranmayan diğer Türkçe dergilerde yayımlanan makalelere ise zaten hiçbir teşvik verilmiyor. Yine ULAKBİM’in verilerini kullanan üniversiteler de kendi personeline aynı ölçütlere bakarak teşvik veriyor.

3) Üniversitelerin hızlı bir şekilde SSCI tarafından taranan dergilerdeki yayınlar temelinde sıralanmaya başlanması ve doğal olarak da üniversitlerin kendi performans ölçümlerinde bu indeksi temel veri alması (örneğin Sakarya Üniversitesi duyurduğu yayınlar sayfasında sadece SSCI ve SCOPUS tarafından taranan makalelere yer veriyor) Türkçe dergileri hızla marjinal alana itiyor. Dolayısıyla akademisyenin bu hakim indekslerde taranmayan dergilerde bir şey yazması üniversitesinin toplam performansına hiçbir katkıda bulunmuyor. Türkçe bir kitap yazmasının ise bu ölçütte bir kıymeti zaten yok.

4) Türkiye’de üniversitelerin önemli bir çoğunluğunu devlet üniversiteleri oluşturuyor. Bu üniversiteler için hem yükseltme kriterlerinde akademik yayınlar “zorlaştırıcı” bir aşama değil (misal doçentlik sınavına girecek biri akademik yayınları toplamaktan daha çok jurinin nasıl davranacağı konusunda tedirgin) hem de yayın yapmamanın getirdiği bir maliyet yok (örneğin her ne nitelik değil niceliği besleyen bir şey olarak sorunlu olsa da “publish or perish” [5] gibi bir kültür yok). Yayın yapma yönünde bir baskının olmaması, doğal olarak dergilere giden makale sayısını önemli ölçüde düşürüyor ve bu da dergiler arasında rekabeti engellediği için Türkçe dergiler arasında nitelikli dergi kategorisi oluşmuyor. Önümüzdeki yıl (2016) uygulamaya girecek olan ve aylık öğretim elemanı maaşlarına yansıyacak “yayın/performans teşvik primi bu noktada bir motivasyon olabilir. Fakat henüz bunun nasıl bir etkisi olacağını ölçme şansına sahip değiliz.

DEVAM EDECEK….

Notlar:

[1] dergileri aldıkları atıflara ve o atıfların niteliğine göre ölçüp onlara belirli puan veren sistemden ilgili derginin aldığı puan.

[2] Sosyal bilim dergilerini tarayan ve indeksleyen uluslararası bir ölçüt.

[3] eş-dost ilişkilerin ya da ideolojik yakınlığın belirleyici olduğu bir hakemlik süreci anlamında kullanıyorum.

[4] Alanın iyi dergilerine verilen ödül ise 5000 TL

[5] akademik yayın yap yoksa bu üniversitede kalıcı değilsin gibi bir teamül (yanlış anlaşılma olmasın, açıkca konulmuş bir kural değil)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.