Beni Takip Edin !

Zaman, 6 Mayıs 2012, s. 22

 

Bugün üç farklı siyaset biçimi politik alanı şekillendirmektedir. Fakat bir yüzyıl öncekinden farklı olarak bunlar birbirlerine alternatif kurtuluş reçeteleri değil, aksine birbirlerini şekillendiren, sağlamlaştıran ve bazen de yerinden eden bir ilişki halindedirler. Son on yıl için bir isimlendirme yapmak gerekirse, ulusalcı laikler, “post-İslamcılar” ve Kürt siyasal hareketinden oluşan üçlü bir siyasal blok ile karşı karşıyayız.

Yusuf Akçura’nın artık klasikleşmiş yazısının ardından bir yüzyıldan fazla zaman geçti. Söz konusu yazısında bahsettiği Osmanlı için üç kurtuluş reçetesinden her biri birçok değişim geçirdi ve bir tanesi de çoktan tarih sahnesinden silindi. Her biri bir diğerinin alternatifi olan bu üç siyaset biçimi arasından en şanslısı Türkçülük oldu. Laik bir karakter kazanan bu ulus fikri yeni kurulan Cumhuriyet’in temel formunu meydana getirdi. İslamcılık uzun bir baskı döneminin ardından bir süre sonra sahnedeki yerini yaşadığı birçok dönüşümle beraber tekrar kazandı. Osmanlıcılık bugün belli aralıklarla ve tali konularla gündeme gelse de, hem içeriğini hem de ortaya çıkış gayesini Osmanlı İmparatorluğu ile birlikte kaybetti. Fakat bu üçüncü seçeneğin yerini ikame etmesi fazla sürmese de, söz konusu seçenek Osmanlıcılıkla hiçbir alakası olmayan aksine yepyeni bir siyaset biçimi oldu. Uzun bir süre baskı altında kalan Kürtler zamanla güçlü bir siyasal kimlik edindiler ve iktidar ilişkileri içindeki pozisyonlarını aldılar.

Bugün bu üç farklı siyaset biçimi politik alanı şekillendirmekte ve Türkiye’deki iktidar ilişkilerindeki temel mevzileri temsil etmektedir. Fakat bir yüzyıl öncekinden farklı olarak bunlar birbirlerine alternatif kurtuluş reçeteleri değil, aksine birbirlerini karşılıklı kuran, tanımlayan, şekillendiren, tahrip eden, sağlamlaştıran ve hatta bazen de yerinden eden bir ilişki halindedirler. Türkiye siyasetini yaklaşık otuz yıla yakın süredir belirleyen temel dinamik budur ve kısa ve orta vadede de bu dinamik temel belirleyici olacak gibi gözüküyor. Arkalarına aldığı kitleleriyle, siyasal kurumlarıyla, tarihsel referanslarıyla, kitle iletişim araçlarıyla, ideologlarıyla ve daha birçok şeyleriyle birlikte güçlü bir dil geliştiren üç farklı siyasal bloktan bahsediyorum. Ve yine altını çizmeliyim ki, bu üç siyasal blok temelde birini diğerinden ayıran “fark” üzerinden işlediği gibi, söz konusu farkın işaretlerini sürekli bir şekilde üretmekte ve pratiğe dökmektedirler.

Özellikle son on yıl için bir isimlendirme yapmak gerekirse, ulusalcı laikler, “post-İslamcılar” ve Kürt siyasal hareketinden oluşan üçlü bir siyasal blok ile karşı karşıyayız. Elbette ara kategoriler olduğunu ve bunların belli aralıklarla siyasetin dinamiğini belirlediklerini inkâr etmiyorum. Özellikle milliyetçi blok burada önemli bir istisnai kategori olarak duruyor. Fakat ayrıntıya girmeksizin hemen belirtmeliyim ki, son on yılda laik blokun devşirdiği ulusalcı damar bu milliyetçi çizginin fark üreten dilini önemli ölçüde devralmıştır. Tekrar etmem gerekirse, bugün için hâkim bir dil geliştiren, kendisini bu dil üzerinden farklılaştıran ve hatta temsil ettiği kalabalıklara bir anlam zemini sağlayan üç siyasal pozisyondan ve bu üç siyasal dilin mevzilendiği iktidar ilişkilerinden bahsetmek mümkündür. Bugünün siyasî ikliminde bunlardan herhangi birinin tasfiyesi, geri çekilmesi, vazgeçmesi, anlam üretiminde kesintiye gitmesi olası görülmediğinden bu yeni üç tarz-ı siyasetle yaşamayı öğrenmek Türkiye demokrasisini bekleyen en önemli sınav gibi duruyor.

Lafı eğip bükmeden belirtelim, 2011 seçimlerinden sonra yani, yeni bir on yılın başında bu üç siyasal bloktan iktidar ilişkileri içinde ayrıcalıklı pozisyonu işgal eden post-İslamcılar olmuştur. Dolayısıyla diğer iki blokun kendilerini tanımlamaları, izleyecekleri siyasal çizgi, alacağı pozisyonlar büyük ölçüde post-İslamcıların tavrı ile şekillenecektir. Hakkını vermek gerekirse, post-İslamcılar ulusalcı laiklere ayrıcalıklı pozisyon sağlayan siyasal zemini temizlediler ve bugün üç tarz-ı siyasetin bir arada olabilmesi önceki zamanlara göre daha mümkün. Fakat bu bir arada olma halinin nasılı ve sürdürülebilirliği bugün iktidar partisinde temsilini bulan post-İslamcıların atacağı adımlara bağlı gözüküyor. Yine ekleyelim ki, zemin bütünüyle temiz değildir ve yeni siyaset biçimini mümkün kılacak yasal zeminden hâlâ yoksunuz. Bu durumda elbette en kritik soru yeni anayasanın nasıl bir yapılma sürecinden geçeceğidir.

Kestirme bir cevap verelim. Klasik Türkiye demokrasisinin (ve bu demokrasiyi imkânlı kılan yasal zeminin) elimizdeki sorulara cevap vereceğini söylemek zor. Fuat Keyman’ın yıllar önce ortaya attığı farklılıklara imkân veren, bunların iktidar ilişkileri içinde mücadelesine olanak sağlayan ve farklarından vazgeçmeksizin siyaset yapabilecekleri bir alan açan radikal demokrasi seçeneği bugün her zamankinden daha elzem gözüküyor. Aksi durumda yani, tasfiye girişimleri, marjinalleştirme çabaları, inkâr, susturma ve daha birçok yöntem yöneldiği her blokun sınırlarını daha da güçlendirmesine, farkının işaretlerini belirginleştirmesine ve farktan düşmanlığa geçişe yarayacaktır. Bu gerçeği sistematik bir şekilde görmezden gelmek ya da söz konusu yöntemlerle bir ehilleştirmeye gidileceğini öngörmek hiçbir şekilde makul gözükmüyor. Üstelik farkın demokratik bir aradalığına yönelik imkânını belirleyecek olan da bu yöntemlerin yeni siyasetteki yeri (ya da yersizliği) olacaktır. Bugün Türkiye siyasetine düşen, farkın sürdürülebilir bir konuma taşınması ve bu doğrultuda düzenlemeler yapılmasıdır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.